18 Ağustos 2019 Pazar

Paradise, Las Vegas - Gordon Ramsay Burger

Selamlar. Ağustos ayının ilk iki haftası Amerika'nın batı yakasındaydım. Bu iki haftada birçok mekan gezdim ve pek çok insanla tanıştım. Gezdiğim ve yazmaya değer bulduğum mekânları, bildiğiniz üzere sizlerle paylaşıyorum. Bugün de benim için bu klasmana giren bir mekânı sizlerin önüne sereceğim ve sizle ben iki müşteri olarak bu mekânı birlikte değerlendireceğiz. İsterseniz başlayalım...

Las Vegas; benim, küçüklüğümden beri merak ettiğim bir şehirdi. Hatta blogda biraz geriye giderseniz burayı içeren 1-2 tane gönderimi görmeniz bile mümkün. Buranın tanımını yalnızca bir şehir olmasına sığdırmak yanlış olur çünkü kanımca burası bir şehir değil, kurgulanmış ve “enteresan” bir yer. Kimine göre bir ütopya, kimine göre bir distopya; ortası yok. Genel olarak insanlar burayı “Günahlar Şehri” olarak tanımlıyor ve yanılmıyorlar da.

Asıl konumuza geri dönersek Gordon Ramsay'yi herhâlde yemek konusuna biraz ilgisi olup da duymayan az kişi vardır. Kendisi dünyanın en tanınmış ve en iyi şeflerinden biri, ayrıca Las Vegas Bulvarı üstünde 5 tane mekânı mevcut! Bu, yüksek bir rakam.

Hell's Kitchen, bu yerlerden en ünlüsü ama ben işleri biraz daha zorlayıp bu adamın “Gordon Ramsay Burger” adlı mekânına gittim çünkü Hell's Kitchen'ın aksine bu mekânda ciddi uzun bir kuyruk vardı. Kuyruğu, işletme ikiye ayırımış: tek ya da 2 kişi olanlar ve 2 kişiden fazla olan gruplar. 2 kişi olduğunuz takdirde belli bir sıra var, orada sıranın en başına gelmeyi bekleyeceksiniz. Eğer olur da bir grup olarak gelirseniz sizden bir isim alıp bunu sisteme geçiriyorlar, 1-1.5 saat sonra tekrar uğrayıp sistemdeki sıranızı kontrole gelmenizi istiyorlar. Sistemde de üst sıralarda olduğunuz zaman sizi içeri alıyorlar.

Şimdi yukarıda bahsettiğim gibi biz sizinle beraber iki müşteri olduğumuz için sıraya geçip içeri girmeyi bekliyoruz. Bekledik ve girdik içeri. Bizi bir masaya aldılar ve iki tane menüyü elimize tutuşturdular. Biz menüye bakıyoruz ve kesinlikle çok düşünmüyoruz çünkü burada istememiz gereken iki hamburger var. Birincisi Hell's Kitchen Burger, ikincisi ise Hog Burger!

Hell's Kitchen Burger'ın içinde asadero peyniri (Takolarda kullanılan bir Meksika peyniri diyebilirsiniz.), kavrulmuş jalapeno biberi, avokado, domates ve jalapeno aioli denilen beyaz bir sos mevcut.

Hog Burger'da ise mangalitsa domuzu eti, mangalitsa domuzu bacon’ı, normal domuz eti, beyaz çedar, turşu, kızartılmış soğan ve lahana salatası mevcut. Günahlar Şehri olduğu için biz de burada biraz asimile olduk, kusura bakmayın :)

Amerika'da garsonlar için içecek konusu çok kritik. Eğer bir mekâna girdiğinizde yemeğin yanına içecek istemezseniz size “Yazık, sakat galiba!” bakışı atıyorlar. Bu bakışın temeli, muhtemelen içeceklerin yazılan hesap için “easy money” olarak görülmesi ve bolca yenilenme kapasitesi olmasına bağlı. Neyse.

Hamburgerleri söylüyoruz. İçecekleri de hamburgerlerle beraber getirmelerini ekliyoruz. Hamburgerleri ikiye bölmelerini istediğimizi de belirtiyoruz ki ikimiz de her ikisinden yiyebilelim ancak garson, Hog Burger'ı kesemeyeceklerini söylüyor. Biz de burada "Okay." diyoruz.

Maalesef bu iki hamburgeri bekleyeceğiz biraz, çok hızlı gelmeyecek. Bekletilmeyi sevmediğimiz için burada bahşişten biraz kısma lüksüne sahibiz. Hamburgerler geldiği zaman ikimiz de birbirimize bakıyoruz ve aman ya Rabbi bakışı atıyoruz. Bu bakışı atmamızın sebebi, hamburgerlerin inanılmaz gözükmeleri ve çok büyük olmaları. Özellikle Hog Burger’ın sırf saf etten oluşmuş bir gökdelen gibi bize bakması, bizim attığımız bu bakışın temelinde yatan ana neden.

Hog Burger açık ara benim favorim oldu. Hayatımda yediğim en iyi hamburgerdi, buradan da mekân şeflerine selam olsun. Hell's Kitchen Burger biraz daha az ”juicy” ama Hog Burger'dan eksik kalan bir tarafı yok, onun da inanılmaz bir lezzeti var.

Hamburgerleri yedik, ikimiz de doyduk, oturuyoruz. Bi’ baktık, çat garson hesabımızı getirmiş. Amerika’daki garsonlar hesap getirme işini bir hayli seviyor :) Biz hesaba bakıyoruz, altta bir ibare gözümüze çarpıyor. “Suggested Tips” başlığı altında toplam hesabın  %15 - %25 gibi bir payını bahşiş olarak vermemiz “öneriliyor”. Bu aslında genel olarak her Amerikan restoranı için geçerli bir durum yani sadece buraya özel değil, yanlış anlaşılmasın.

Bu ülkedeki restoranların bazı yazılı olmayan kuralları vardır ve bu listede ilk başta şu kural gelir: "Garsonlar yüksek bahşiş bırakanı değil, hiç bahşiş bırakmayanı hatırlar." Bunun bilincinde olan tipik bir Amerikalı müşteri, garsonun servisine bakmaksızın çıkarır koyar bahşişini kafadan.

Burada oturan biz, yabancı iki müşteri olarak bunu göz ardı edemeyiz. Kimse kusura bakmasın deyip hesabımızı ödüyoruz. Belki biraz bahşiş de kopar gönlümüzden, o anki havamıza bağlı :)

Bu maceranın da böylece sonuna geldik. Bu gönderimde biraz daha interaktif bir yazı yazdığımın farkındayım. Neden böyle oldu ben de bilmiyorum. Güzel geri dönüşler alırsam, belki bu formatta yazmaya devam ederim.

Sonuç olarak Vegas'ta olan Vegas'ta kalmadı, bakın sizinle de paylaşıyorum :)

Afiyet olsun!

8.5/10

Not: Bu yazımda yapıcı yorumlarıyla katkısını sağlayan Benur'a ve imla, noktalama işaretleri, anlatım bozuklukları ile ilgili sorunlarımı düzelten Birce'ye sonsuz teşekkürler...